24 Aralık 2013 Salı

ÜLKÜCÜLERİN ELİNDEN BENİ REDHACK KURTARDI! EREN ERDEM ROPÖRTAJI





Yazdan bu yana öyle çılgın günler geçiriyoruz ki herkesin şirazesi kaymış durumda...fiziken tanıdıklarımızdan çok tanımadıklarımıza güvenir olduk...ömründe bir kere bile yakın mesafeden görmediğin adamın yazdığı söz senin en güvenilir kaynağın olup, referans alıp önerdiğin şeye dönüşüyor...sahiden de hiç normal zamanlardan geçmiyoruz;)

Sosyal medya sağolsun, direniş döneminde pek çok kişiyi buluşturdu...yani aslında pek çok kişiyi meydanlar buluşturdu ama orada da şu takipleşme meselesi çok işe yaradı malum.

Yan yana gaz yedik mi bilmiyorum ama  ben kendisini twitter'da fark ettim...ne ilginç adam yahu, hem devrimci, hem Müslüman, ulusal'cı bir gazetede yazı yazıp, onların TV kanalında program yapıyor, bütün bunlar çok sık rastlanan şeylermiş gibi üstüne orada komünist konuklar bile ağırlıyor! vay anam vay! öldük te cennete düştük sanki;)

İşte böyle merak ettiğim bir adamla nihayet geçen ay tanışma fırsatım oldu...

Üyesi olduğum Zekeriyaköy Forum'da geçen ay düzenlediğimiz "Toplumsal uzlaşı ve Demokrasi kültürü" paneline, yine çok merak ettiğim Yıldız Tar ve Ulaş Başar Güven'le birlikte Eren Erdem'i davet ettik kırmadılar geldiler ve harika bir sohbet oldu.

Yıldız ve Ulaş hocayla yaşamda kesiştiğim fikirler vardı, fakat Eren'e panelin konusu dışı sormak istediğim sorular vardı kafamda...nasıl oluyorda bizim bildiğimiz klasik dindar anlayışının içinde bambaşka sözleri olabiliyor, bunları çekinmeden söyleyebiliyor, tüm sisteme baş kaldırıyor?
Hülasa sohbet etmek istiyordum...

Blog'um için ropörtaj yapalım mı dediğimde de kırmadı, buluştuk, konuştuk...bayağı da bir konuşmuşuz kaydı deşifre ederken fark ettim...;)


Ama güzel oldu sanki be;)


Uzan çocukluğuna dönelim demeyeceğim ama, özellikle Haziran Direnişi itibariyle çok dikkat çekici biri haline geldin,neler söylediğine ,neler yaptığına geliceğiz  ama öncesinde merak ettiğim nasıl bir çocukluktan geldin,nasıl bir gençlikten geçtin de sonradan bir sürü insanın yan yana koyamayacağı fikirleri söyler oldun?

Standart , sabit fikirleri olan insanların içerisinde yetişmedim. Sabit fikirleri olan bir mahallede doğdum sadece! Fatih doğumluyum ben. Ama özellikle benim kendi ailem, annem, babam , yakın çevrem çok daha özgürlükçü insanlardan oluşuyor. Küçük yaşta İslam külliyatlarını okuduk, onun yanı sıra bir de dünyanın farklı okuma biçimleriyle tanıştım ve erken yaşta böyle bir sentezin içine düştüm aslında. Muhafazakar dünyanın toplumsal alışkanlıkları bizi zaten tatmin etmiyordu. Örnek vereyim ;bir kadınla bir erkeğin el ele tutuşup gezememesi aslında bizim o günkü anlamda dünyaya bakarken yadsıdığımız bir durumdu. Hani şöyle birşey vardır ya ; bir kadın yolda koşar bir muhafazakar erkek onun yanına yaklaşır koşma kalçaların belli oluyor der kadın da ona bir zahmet kalçama bakmayıver der.
Netice itibariyle olguların içinde kötülük arayan, yanlış şeyler arayan bir okuma biçimi vardı. Sadece muhafazakar dünyada değil farklı kesimlerde de böyleydi.
Bir tarafta Ali Şeriati okurdum, Seyid Mutari okurdum ama öbür tarafta Charles Bukowski okurdum.

Kim tanıştırdı seni “karşı taraf” daki fikirlerle?

 İçinde bulunduğum ortam buna uygundu. Çok katı bir yerden gelme değilim.  Ailemin bir üst jenerasyonu, dedem ve diğer büyüklerimin bir taasubu veya bir belirleyiciliği vardı. Onların perspektifi içinde çeşitli okumalar yaptım ama, özelde babamın veya annemin bana dayattığı böyle bir üslup yoktu.
Onlar tam tersine daha farklı bakabileceğimi söylüyorlardı. Mesela bir çok şeyi teyzeme borçluyum, çocukluğum beraber geçti, sülalemizdeki tek komünisttir!
Çocukluğumdan hatırladığım, gece teyzem yatağımın başımda o günkü komünist dergilerin içindeki çeşitli hikayeleri bana okurdu!

Masal gibi bu hikayelerle büyüdün yani?

Masaldan daha çok örneğin, isimlerini hatırlamıyorum tabii ama, periyodik olarak çok uzun bir dönem teyzemin bana okuduğu o illegal dergilerdeki hikayeler, meseleler...çocukluk dediğimde ilk aklıma bunlar gelir. Çok ciddi bir etkisi vardır bende.
Sülalemde devrimci mücadele içinde olmuş insanlar vardır. Örenğin baba tarafımdan Teslim Töre’nin akrabasıyımdır.

Üst jenerasyona rağmen aile içinde devrimci olanlar da vardı?

Tabii bizde belirleyici olan anne tarafıydı, anne tarafınında rolü şu,  annemde aslında çağdaş bir persfektiften hayatı okuyan birisiydi ama, üstü jenerasyon dedemler filan, bunlarında öngördüğü bir yetişme modeli vardı. Doğal olarak biraz mütasıp çünkü 6 kızı var dedemin;) kontrolu elinde tutabilmek adına çok ciddi çaba sarf ettiğini biliyorum.
Belli bir süre klasik İslami okumalar yapmış olsak ta, dünyanın farklı bakış açılarını da anlamaya ve okumaya yöneldik. Bu yöneliş elbette çok etkili oldu, mesela ilginç bir örnek vereyim; garip olacak ama, hayatımın bir dönemini hippilerle geçirdim!
Türkiye’nin muhtelif yerlerinde çeşitli kamplara katılırdık, oralarda müzik etkinliklerinekatılırdık, daha çevreci, doğacı anarşistlerle beraber olduğum bir dönem vardır.
Ama mesela orada da çadır kamplarında beş vakit namazımı kılardım yani. İbadetlerimi yerine getirirdim ama daha sonra da çıkar ateşin başında gitar çalan adama eşlik ederdim.
Bu  farklılıkları biraraya getirdik, ben Perşembe geceleri  Cem Evine, Cuma günleri cami’ye giden bir adamdım. Çocukluğumdan beri bu farklılığı algılamıştım, benim mesela İslam düşüncesinde belirleyici okuma biçimim Bektaşi’lik olmuştur. Yakından alakam olmasa da, okuma üzerinden, idrak etme üzerinden çok büyük bir sempatiyle onun kadim felsefesine yönelmek ve odaklanmak suretiyle etki oluştuğunu söyleyebilirim.

Fatih gibi bir çevrede büyümüşsün, tabi bu da belki bize dayatılan bir algı ama çok daha muhafazakar bir çevre ya orası, aceba oradaki din inanışı daha çok politik, siyasilerin çizdiği bir inanış biçimi mi?bugün İsrail’e gittiğinde de çok dindar insanların oturduğu bölgelere sen ben giremeyiz, eminim çoğunluğu Hristiyan olan ülkelerde de böyle bölgeler vardır. Genel olarak insanların bir dinin çok koyu taraftarı olmasının sebebi ne sence?

İlginç bir örnek vereyim, çocukluk dönemimde, ortaokul çağı diyeyim, 2 yıl kadar ülkü ocaklarında aktif bulundum.

Seninde girip çıkmadığın yer kalmamış;) Neden oralara gidiyordun?

E şimdi İslamcı dünyada ki örgütlenme modelleri bunlarla sınırlıydı. Yani bizim bulunduğumuz dönemde hem islami anlamda hem de politik olarak birşeyler söyleme arayışına girdiğiniz takdirde karşınıza Ülkü ocakları ve Cemaatler çıkardı. Ülkü ocaklarını biraz daha aktif bulurduk mesela, bazı söylemleri garip gelse de anlamaya çalışırdık.
28 Şubat döneminden önce de Akıncılar vardı, rahmetli Metin Yüksel ve arkadaşlarının öncülük ettiği bir hareket, yani bu anlamda mücadele havzası içinde olmanın fazla seçeneği yoktur.
Hatta adres vereyim sana, orada da çok eski arkadaşlarım vardı çok yıllar oldu tabii hiç görüşmedik bu arada,  Güngören Köyiçi Ülkü Ocağı lokalinde, takılırdım;) hatta bir adres daha vereyim, Bahçelievler Mahmutbey caddesinin sonlarına doğru bir yerde  Nur cemaatinin kurduğu bir yurt vardı, o yurdun ilk kurulduğu dönemde bir süre de orada bulundum. Netice itibariyle arıyordunuz. Adıyaman Menzil ocağına gittiğimi bilirim. Adıyaman Menzil dergahının şeyhinden 15-16 yaşlarımda Tövbe aldığımı bilirim mesela!

Tövbe almak ne demek?

Hristiyanlıkta ki günah çıkarmaya benzer birşey.

15 yaşındaki çocuğun ne günahı olurda tövbe alır yada günah çıkarır ki?

Aslında kutsal bir alan oluşturarak etkileme sanatı gibi birşeydi. Yani insanları etki altına alma adına yapılan birşeydi. Daha çok uyuşturucu bağımlıları olurdu orada bizde orada çeşitli hikayeler dinlerdik. Uyuşturucu bağımlıları tövbe alıp sokağa çıkarlar, temiz olduklarına inanır tekrar günah yapıp tekrar gelip tövbe alırlardı filan. Böyle bir işleyiş vardı.

Çok ta işe yaramıyordu yani?

Tabii tabii hiçbir işe yaramıyordu. Hatta hatırladığım şöyle birşey var, Ak Partinin ilk seçildiği dönem benim de içinde bulunduğum ülkücü teşkilatla, Ak Parti belediyesi arasında bayağı ciddi çatışmalar oluyordu, o dönem onlarla değildim ama bulunduğum dönemden arkadaşlarım, bir çokları cezaevine girdiler.  Daha sonra çeşitli arayışlar derinleşiyor tabii, yani ben biraz yerinde duramayan, hiperaktif, çok fazla okuyup teffekkür eden ve her yere giren bir adamdım. Her yere gidip orayı algılamaya çalıştım.
Çeşitli tasavvuf tarikatleri içerisinde bulundum ve üniversite çağına geldiğimde kafamda çok farklı birşey vardı.  Aslına bakarsan tüm bunların dışında, İslamın kendi özgür üretim modelinin sol, sosyalizm kültürüne  çok yakın olduğunu ve bunun böyle olması gerektiğini tartışmaya başlamıştık.
Analizler yapıyorduk. Bu bütün dünya ile bağımızın koptuğu döneme denk gelir. 28 Şubat’ın o çetrefilli zamanlarından sonraki dönemde 2004-2005 yılında biz bir hareket kurduk Türkiye’de.
Hareketin özelliği şuydu; “biz dini okuma açısından bütün gelenekleri red edeceğiz, hatta hadislerin bile büyük bir kısmının meşruiyetini tartışacağız, salt Kuran esaslı bugünkü toplumsal gerçekliğe uygun bir İslam okuması ortaya koyacağız.
Bunun bir Web sitesini kurduk, adı Hanif dostları dı. Hanif “dönen” demektir, yani şirkten dönen demektir. Biz kendimizi mezhepsiz, geleneği reddeden insanlar olarak tanımlamaya başlamıştık.
Bütün mezheplere karşıydık.

Ama dini kabul eden?

Tabii Kuran esaslı, peygamber esaslı diye bir tanımımız vardı. Ben o kadar kesin değildim ama bizi öyle tanımlamaya başlamışlardı o yapının kurucularından biri olmuştum. Daha sonraları bu yapı farklı mecralara kaymaya başlayınca oradan da uzaklaştım.

Nerelere kaydı mesela?

Çok saçma tartışmalara girmeye başladı mesela, kavram tartışmaları yıllar sürdü, namaz var mı yokmu  falan derken sosyal olgudan uzaklaşan saplantılı bir tartışma zeminine dönüştü.
O dönem konferanslar örgütlemiştik, Türkiye’deki İslam yorumunu değiştirebilirmiyiz diye. 2006’da. O güne kadar bunu söyleyen sadece Yaşar Nuri Öztürk vardı. Edip Yüksel,Yaşar Nuri Öztürk zemininde yürüyen birşey di ama onun da dışında biraz resmi ideoloji ile de çok uyumluluk göstermeyen, yeni bir din okumasını , yeni bir dünyayı esas alan bir söylemden bahsedip bunu örgütlemeye gitmiştik.

Güçlü bir örgütmüydü?

Yoo diil, bizi 10 bin cıvarında takip eden insan vardı.

Katılan 10 bin mi yoksa meraktan takip eden...

Takip eden...ama katılan 1000-2000 cıvarıydı, bu da ciddi bir rakam aslında. Çok ciddi ezber bozan çok ciddi tartışma yaratan başlıklar açıyorduk. Kavgalar yaşanıyordu, tabi fikri kavgalar, derken artık onun da yeterli olmadığı kanatine vardık. Dedik ki bu iş böyle olmaz... o dönem İhsan Eliaçık’ta vardı, çok önemli yazılar yazıyordu. Ben biraz daha farklı şeyler yazmaya başladım ve farklı yerlerde yayınlanmaya başladı bunlar. 2007’ler filan...ilk makalemi OdaTV yayınlamıştı.

Odatv’ye verdiğin makalede ne vardı  ezber bozan da onlar da bunu yayınladı?

İslam’da özel mülkiyet anlayışını sorgulayan, İslam’ın aslında tamamen eşitlikçi olduğunu, özel mülkiyete karşı olduğunu ve muhafazakar kültürü reddettiğini  aleni bir şekilde yazdığım bir yazıydı. Hala arşivlerde vardır. Ve 2007 yılında hiç böyle bir gündem yoktu mesela işte devrimci müslüman falan filan yoktu. Arada kaynayıp gitmiş ve gündeme gelme ihtimali bile yoktu. En şaşalı dönemiydi muhafazakar iktidarın.

Bir de bu konuşulması istenen birşey olmasa gerek, çünkü yayıldığı takdir de, algıyı ve biat kültürünü alt üst edebilecek  tehlikede de birşey sanırım...

Aynen öyle. Daha sonra bir kitap yazdım, 2010’da yayınlandı. Gayya karanlığından Kuran aydınlığına diye, bir tür tefsirdi yani İslam’a bakış biçimimi ortaya koyan bir kitaptı. Arkasından hemen Apdestli Kapitalizm , Nurjuvazi öyle devam etti şu an 8. Kitap Devrim Ayetleri yayınlandı Mart’ta Devrimci Peygamber çıkacak.

Aslında ben birşeyden birşeye dönüşmüş değilim, geçmişte birşey değildim çünkü. Şöyleydim, sadece arayan biriydim! Tatmin olamıyordum, bunun da sebebi, son derece dar ve sınırlı kalıplar içerisinde okuma yapabiliyorduk, geçmişimde bir dönem Nur cemaatinin yurtlarında kalmış biri olarak o ortamı çok iyi bilirim. Neler konuşulduğunu, nasıl bir hayat tarzının esas alındığını iyi bilirim. Klasik İslamcı kültürün hangi alışkanlıklara sahip olduğunu, muhafazakar toplum yapısını çok iyi bilirim. Oralarda çok bulunmuş biriyim çünkü, fakat bunların hiçbiri bizim arayışlarımıza cevap verici değillerdi.

Bu tamamen senin ve o dönem birlikte yürüdüğünüz soru sorduğunuz adamların – onlar kim bilmiyorum ama- meraklı adamlar olmanızla ilgili herhalde. Kaldı ki bu arayış dediğin şey neye inanıyor yada inanmıyor olursa olsun herkesin içinden geçtiği bir süreç...

Elbette. Arkadaşlarımız işte, görüştüğümüz görüşmediğimiz insanlar var aralarında...şu an bir çoklarıyla görüşmüyoruz, mesela ülkü ocaklarından bir anımı anlatayım, Güngören Köyiçi ülkü ocakları teşkilatındayım, bana “hoca” derlerdi. İslamcı kültür daha baskındı tabi, hoca derlerdi, işte belli periyodlarda oturup sohbet ederdik. Ve isim vereceğim anmış olayım kendisini, Erdoğan diye bir arkadaşımız, oranın yöneticisiydi beni teşvik ederdi, hoca çık anlat derdi. Hani gençler gelsin dinlesin, orada anlatılar yapardım bunların içerisinde örneğin ülkücü beyatı vardı. Bunun içinde “her türlü kapitalizme” diye bir söz vardı. Kapitalizme karşıtlığı, özel mülkiyeti reddetmekle mümkün olabileceğini filan anlatırdım. Daha sonra bu başkalarının kulağına gitti ve rahatsızlık yarattı. Yeşil komünistlikle itham edildiğimi hatırlıyorum.
Erdoğan’da benim kadim bir arkadaşımdır, bir gün tesadüf Sultanahmet’te karşılaştık, bayağıdır görüşmüyorduk sakal makal molla olmuş,  “sen iyice kafirleşmişsin” dedi bana. Ağır bir ithamdı tabi üzülmüştüm, çünkü çok şey paylaşmıştık.
Lise döenminde de böyle bir okuma biçimim vardı, Ebuzer sembolü üzerinden kendimi tanımlardım, fakat bunları doktrinize edecek bilgi birikimi yoğun değildi. Sonra sonra olgunlaştı. Birşeyler koyduk üzerine...Hikmet Kıvılcımlı’yı okuduk, türkiye sosyalist geleneğini okuduk anlamaya çalıştık, derken ortaya farklı bir söz çıktı. Daha devrimci daha kapsayıcı, ortak yaşamı test edebilecek , daha seküler, devletin eşitlikçi bir şeye dönüşmesini sağlayabilecek bir perspektif çıktı ortaya.

Bahsettiğin 2007 dönemi bu ülkede çok ciddi kırılmaların da yaşanmaya başladığı bir dönem politik anlamda, o yıla kadar bu ülke 3 yıldır muhafazakar bir hükümet tarafından yönetiliyordu, hala yönetiliyor ama, o dönem, bugün yaşanan sosyal patlamaların yaşanmasına sebep olan hareketler o gün yoktu. Belki hükümetin fikrinde vardı ama dilinde yoktu, o güne kadar Türkiye’de muhafazakar bir partinin hükümet olmasından yanamıydın?

Değildim. Hiçbir zaman olmadım!

Oy verdin mi AKP’ye?

Hayır hiçbir zaman vermedim. Bak çok ilginç birşey söyleyeceğim, bugün düşünsel anlamda taban tabana zıt olduğum MHP’ye geçmişte oy verdim. Çünkü dedim ya Milliyetçi Hareket partisi, islamist gençlerin bir dönem için örgütlenebildiği tek yerdi. Rahmetli Erbakan dönemindeki Milli Görüş hareketinin de elbette oluşturduğu böyle bir zemin vardı, ama MHP daha çok politik karşılığı olan birşeydi  biz zaten AKP iktidar olduğunda muhafazakar kültürle çatışmaya başlamıştık, muhafazakar kültürün zehir olduğunu, İslamın aslında ideal toplum anlayışının çok dışında birşey olduğunun tartışmasını yapmaya başlamıştık.
Ve bir anda karşımızda bunu bulduk. Orada bizim lehimize olan şey şuydu, AKP iktidarına kadar olan dönemdeki baskıcı, 28 Şubatla beraber yükselen ceberrut dilin kırılması açısından çok olumlu bulduğumuz bir süreçti belki ama, biz muhafazakar demokrasinin bu tür sonuçlar doğuracağını biliyorduk ve bununla ilgili yazılar yazıyorduk.
Haber sitelerimiz portallarlarımızda yayınlıyorduk bunları.

Bana söylesene mütedeyyin kesimden baktığında, mütedeyyin olmayan taraf nasıl görünüyor?

Şöyle bir örnek vereyim, bir Kuran kursumuz vardı, bizim hoca tuvalete giderken “ bi Anıtkabir’e 
gideyim geleyim” derdi.  Şimdi sen bu röportajı yayınladığında bizim gelenekten gelen birçok insan “aa bizimki de öyle diyordu” diyecektir. Çünkü bu çok genel bir yaklaşım biçimi. İfade edilen insan modeli en temelde, gafil, dünyaya dalmış, dinden uzaklaşmış hatta ve hatta inan bana daha vahim ifadelerle tanımlanan insanlar olarak görülürdü. Fakat şöyle birşey vardı, biz Nur cemaatinin ranzalarının ikinci katında Bukowski okurduk veya Engels’in Aile’nin  Devlet’in  özel Mülkiyeti kitabını Nur cemattinin yurdunda okudum ben.

Sormuyorlarmıydı peki bunu neden okuyorsun diye?

Hiçkimse Nur’cu değildi ki sadece “abi”ler Nur’cuydu. Biz tavlanmaya hazır İslamcılardık onların gözünde! Müslüman çocuklar bunlar bizim tavlanmamız lazım. Evlerinde filan kalırdık. Öyle bir kısıtlama getiremezlerdi bize yani, çok daha çağdaş olduklarına, kapsamlı bakabildiklerine ikna etmeye çalışırlardı.
Biz bunları aramızda tartışırdık. Orada tabii ki açmazlarımız olurdu, çeliştiğimiz noktalarımız olurdu ama en temelde böyle bir objektif yaklaşımın içindeydik.
Şimdi bu arayışlarla girip çıktığımız yerlerde bir de misyon edinirsiniz hatta şunu denemişliğim vardır, gittiğin yeri dönüştürmeye çalışmak! Benim ülkü ocaklarında “Das Kapital” okumam gibi! Özel mülkiyetten bahsetmem, o kalıpları aşmak istersin, bunu yapamazsın  ve orayı değiştirmek için mücadele edersin. Ben bunu çok denedim, Güngören Köyiçi ülkü ocaklarında adeta komünizm manifestosu okudum! Komünizm demeden yapıyordum ama burda derdim birilerini komünistleştirmek değildi, kapı açmak birşeyi genişletmekti, oranın sınırları bizi daraltıyordu.

Sonrasında çok uzuuun bir örgütsüzlük sürecine girdik. Evler değişti, ilişkiler zaten söylediğim şeylerden dolayı kopmuştu filan derken farklı dünyaları da tanımlamak deneyimlemek anlamak için onlarla vakit geçirmek suretiyle, düşündüğümüz şeyi hayata geçirebileceğimizi hissettik.
Bize anlatıldığı gibi değil hiçbirşey...aynı şey zannediyorum komünistler içinde böyle...sosyalistler içinde de İslamcı mahalle çok farklı algılanıyor...benim gibi birinin çıkması mümkün değilmiş gibi algılanıyor...Ama dedik ki bak aslında mümkün!

E  Haziran Direnişi’nden beri bunca insan nasıl yan yana durabildi diye şaşkınlıktan ölmek üzereyiz baksana...

Aslında öyle de değil... İslamcı mahalle çok derin bir entellektüel  köke sahiptir. Sorun şu dur, son 30 yılda o nahalle üzerine çok berbat bir çamur serpildi. Entellektüel düzey toprağın altına gömülmüştür yani ...

Nasıl oldu bu peki? Çünkü entellektüelite öyle kolay kolay hasır altı edebileceğin birşey değildir, özünde fikir ve bilgi yatar...

Türkiye İslamcılığının Amerika’yla her zaman bir göbek bağı vardır. Çünkü çift kutuplu dünya 
düzeni içinde her zaman Anti Komünist merkezli koruma vardır.  Bütün entellektüel birikimine rağmen bundan kurtulamayışının doğal sonuçlarını yaşar. O zeminden kurtulamayışından ötürü de her zaman kontrol edilebilir oldu. Ve kontrol edilebilir olmasından dolayı da her zaman irtifa kaybetti.
Mesela örnek vermek isterim, benim çok önemsediğim Zaman gazetesinde yazan Ali Bulaç, onun yazdıklarını okurduk bize Ali Şeriati’den bahsederdi kitap ve makalelerinde, şimdi Ali Bulaç’ın o günkü yazdıklarıyla bugünkü yazdıklarına baktığımda ciddi şaşkınlık yaşıyabiliyorum! Aslında halen daha vicdanlı bir tarafa sahip olan biri, Ortadoğu da filan halen farklı şeyler söyleyebildi, sürüden ayrılmayı bildi çünkü öyle bir kökü vardı. Ama ne olursa olsun o gün söylenen şeyler bugün tam olarak söylenmiyor!
Oradan dümdüz gelen adamlar var mesela. Onlardan bir tanesi de İhsan Eliaçık’tır. Geçmişte ne ise bütün o entellektüel hassasiyetini koruyarak bugün var olmayı sürdürüyor. Zaten bu kadar yoğun bir şekilde saldırı almasının sebebi de bu dur! İhsan Eliaçık’ın kendi kimliğine yabancılaşmamış olması.
CHP’nin tertip ettiği bir iftar yemeğine katılmıştık, bütün İslamcıların filan olduğu, Türkiye Caferilerinin lideri Selahattin Özgündüz kalkıp şöyle dedi;  “ben dün de Anti Emperyalisttim bugün hala Anti Emperyalistim, siz de dün benimle beraber Anti Emperyalisttiniz ama bugün hep beraber Emperyalizm’in yanındasınız” ve salonda adeta buz gibi bir rüzgar esmişti. Bunu duyduktan sonra yanına gidip “hoca sen hiç kolay bir söz etmedin” demiştim.

Özünde herkes aynı kitabı okuyor değil mi? Peki bu kitabın o aydınlanmacı kısmının alınmıyor olması neye dayanıyor? Ekonomiye mi çıkar ilişkilerine mi? Aklım almıyor!

Hayır hayır, şunu bir kere tespit etmek lazım bu aslında sosyolojik bir vaka! Devletin dikey hizalandığı bir yerde, bir olguyu devletin propaganda aygıtına dönüştürdüğünüzde bütün aydınlanmacı tarafları budanır! Bu şuna benzer, devlet eğer dikey hiyerarşik bir ilişkiyi esas alıyorsa ve bir dönem örneğin, misal vereceğiz burda,Kurtuluş savaşına önderlik etmiş bir Mustafa Kemal var burada, biz Mustafa Kemal’i bir çok yönüyle çok pozitif buluruz bir çok yönüyle de eleştiririz. Şimdi burada devlet Mustafa Kemal’i propaganda aygıtına dönüştürdüğünde, Kemalizm yeryüzünün en sekter ideolojisine dönüşebiliyor. Devlet, İslamı  propaganda aygıtına dönüştürdüğünde de İslam tüm aydınlanmacı niteliklerini yitiryor! Bu aslında devletin karakterinden, hızalanmanın modelinden  kaynaklanan bir  sorun.
İslam, peygamber evlatlarının Kerbela’da katledilmesiyle beraber dikey hiyerarşik ilişkinin propaganda aletine dönüştü. Halbuki İslam yatay bir ilişki biçimini esas alıyordu. Peygamber Medine’de devlet kurmamıştı.  Ben o yüzden hep en başından beri şunu söylüyorum, İslama’ın dünyadaki en yakın durduğu dünya görüşü anarşizmdir! Yani, otoritesiz, devletsiz bir ütopyayı aslında örgütler!

Devrim Ayetleri’nde de söz ediyorsun “cahiliye dönemi”nde de olduğu gibi, insaları bir arada tutabilmek için cahil bırakmak daha kolay bir yol mu? Tersi yol izlense, tüm dinler için söylüyorum bunu, inen kitapların içindeki referanslarla çok daha aydınlanmacı toplumlar yaratılabilirdi.

Eğer bir yerde yöneten/yönetilen ilişkisi kurulacaksa, yönetenlerin yönetilenlere müdahale etmemesi gerekiyor. Hele ki bu dikey hiyerarşi içinde örgütlenmişse. Mevki, makam ve rant ilişkisi varsa, mutlaka yönetilenlerin, yönetenlerin dışında biryerde örgütlenmesi gerekir. Tebaa nın bir şekilde niteliksizleştirilmesi durumuyla karşı karşıyayız, bu sosyolojik bir vaka. Hatırlarsın 28 Şubat döneminin en öndeki politik sloganı “Türkiye laiktir laik kalacak” tı. Şimdi bakın 1923’te de Cem evleri ibadethane değildi, bugün de değil! Bir devlet eğer bir mabedin gayri meşru olduğuna kanaat getiriyorsa dini bir görüşe sahiptir. Dolayısıyla Türkiye laiktir demek aslında büyük bir yanılgı. Çağdaşlaştığı sanrısıyla sekterleşen bir kitlenin görüntüsünü aslında bize veriyor. Muhafazakarların içine düştüğü durumlar, Türkiye’de bir dönem Kemalistlerin içine düştüğü durumla aynıdır.

“Muhafazakar” kelimesinin sadece tek bir kesim için kullanılmasını da doğru bulmuyorum aslında, çünkü baktığında Ulusalcı yada Kemalist ne dersen, o kesiminde son derece muhafazakar davrandığını gördük çok kere, ağzımızdan refleks olarak çıkıyor bu kelime aslında.

Aynen öyle. Ben kendimi Yurtsever olaraka tanımlayan biriyim mesela. Ben bir Yurtsever’İm. Yaşadığım toprakları seviyorum, mazlumların yaşadığı heryeri seviyorum. Ama benim yaşadığım topraklar benim için daha özgür, Hz. Muhammed, Mekke fethedildiğinde ki ben buna devrim diyorum, toprağı öpmüştür yani, netice itibariyle kendi mahallesidir, bahçesidir. Dolayısıyla ben buraların sömürülmesine, işgal edilmesine karşıyım. Fakat  Ulusalcı yahut o paradigma içindeki muhafazakarlığın siyasi izdüşümünün mensubu değilim!

Üniveriste döneminde yediğiniz sağlam bir dayak hikayen var...

Bizim üniversite yılları karışık zamanlardı, Ülkücülerin herkesle kavga ettiği bir dönemdi, herkesin de Ülkücülerle kavga ettiği bir dönemdi. 90’ların sonu 2000’lerin başı. Aslında çok kavgalara karışmış bir adam da değilim, daha çok politik tartışmaların içinde olurdum. Okurdum, sandalye bulur üstüne çıkar anlatırdım, kürsücüydüm yani ben;)

Bu da biraz sol gelenekten esinlenme tabii? ;)

Ama biz çok aynı yerden bakıyorduk aslında, onlarda resmi ideolojiyi sorguluyordu bizde, onlarda devrim diyordu bizde, onlarda emperyalizme karşılardı bizde karşıydık. Tartıştığımız şeyler vardı tabii, kapitalizme karşı toplumsal olarak hangi zeminde örgütlenecekti, Marksist-Leninist zeminde mi falan bunlar bizim içimizdeki tartışmalardı hatta anlaşamazdık bir çok noktada ama çok yerde de aynı saflarda mücadele ederdik, bir çok sol grup başörtüsü eylemlerine en ön saflarda aktif biçimde var olmuş destek vermiştir.

Sosyalizmin öyle bir kaygısı yoktur ki zaten.

Yoktur aynen, buna bizi ikna etmişlerdi zaten. O kavgaların birinde ağzım burnum kan içindeydi, beni ülkücülerin elinden kurtaran çocuğun yanında gözlerimi bir açtım etrafımda Mahir Çayan posterleri!
Yıllar sonra ben RedHack’i  televizyon programıma bağladığımda bunu bana anlattı! O seni kurtaran bendim dedi! Meğersem RedHack sözcüsüymiş ;) bunu yayınlamakta sakınca yok o tarihten sonra yollar kesişmedi bir daha, görüşme fırsatımız olmadı, çünkü benim üniversiteden ayrıldığım dönemdi.
Birilerini RedHack davasında gözaltına aldıklarında gülüyorum, çünkü o olmadığını biliyorum.
Hatta bugünkü sözcu de değildi!

Nasıl ya hep aynı adam konuşmuyor mu?

Yok benim ilk programa bağladığım adam şu anki sözcü değil! İnternette kayıtları vardır benim ilk bağladığım sözcü başka bir ses, daha sonra bu arkadaş almış vazifeyi herhalde. İç hukuklarını bilmiyorum tek bildiğim şey duvarlarında Mahir Çayan resimlerinin olduğu;
Ha birşeyden çok eminim ama  o kavgada beni kurtaran Barış Atay değildi;)
Bu arada Mahir Çayan’ı ve Kaypakka’yı biz Türkiye sosyalist tezleri içerisinde daha kendimize yakın bulurduk, daha gerçekçi ve çözümcü bulurduk,eylemleri, Kaypakka’nın resmi ideolojye bakışı açısından, köylü hareketi, azınlıklar konusuna getirdiği çözümlemeler açısından.
Deniz’i de severdik tabii ama onu daha romantik bulurduk.  

Hiç mahalle baskısı gördün mü?

Lise çağıma kadar gördüm. Hatta lisenin belli bir dönemine kadar da gördüm diyebilirim. Görüşlerimden dolayı çevremde ciddi bir sıkıntı yaşadım, mesela birleri şeyhleri  tartışılmaz kılarken, şeyhleri tartışırdım. Benim yakın çevrem Menzilciydi örneğin, ben onların şeyhlerinin hiçbir vasfa sahip olmadığını söylerdim, bunun üzerine yoğun baskı, tehdit hatta darpa kadar süreçler yaşadım. Yakın arkadaşlarımla sıkıntılar yaşadım ama hızlı bir şekilde bunu değiştirebilme özelliğine sahiptim, yani oradan hemen uzaklaşıp kendimi farklı bir zeminde programlayabiliyordum.

Fikirlerin ve bunları söyleme biçiminle öyle klasik bir yazar yada TV programcısı gibi durmuyorsun. Türkiye’de çok acayip bir süreçten geçiyor. 6 ay sonra ne olabileceği konusunda hiç kimsenin bir fikri yok aslında.Belki de çok farklı birşey olacak, e sende sandalyeyi çekip üzerinde konuşma yapmaya bayıldığına göre, her hangi bir politik oluşumun içinde var olacakmısın?

Politik oluşumların içinde olma taraftarı değilim ama şunu her zaman düşünmüşümdür, bahsettiğimiz ,ideolojik zemini, ki bu zemin de devletin bütün farklılıklara eşit mesafede yaklaşabileceği , daha adil bir devletin ortaya çıkabilmesi adına da elimizden ne geliyorsa yapmamız gerektiği kanaatindeyim. Bu siyaset olmayabilir, farklı birşey olabilir, Devrimci Müslümanlar yada başka örgütler, bunların  ortaya çıkması dahi en temelde son derece önemli işlerdir. Bunları ben ortaya çıkarmadım bunların tümü bir fikrin içinden çıkmış yapılar. Ve meselenin  fikir işçiliğini yapmanın dahi çok kutsal olduğuna inanıyorum.
Kendime şöyle bir kota koydum, hazırlamam gereken 30 cıvarında kitap var. bir müfredatım var ve buna göre kitap çıkarıyorum.

Bunlar hep İslam referansıyla yazacağın kitaplarmı olacak?

Daha ideolojik metinler, örneğin “Riya Tabirleri” İslam’ın ütopyasını tanımlıyor. Marksistlerin sınıfsız toplum, bizim tevhid dediğimiz şeyin nasıl olabileceğini, ekonomi politiğini, sosyolojisini, sosyopsikolojisini  ele alan bir kitaptır ve içinde çok ta Kuran ayeti yoktur. Bir toplum modeli önerir.
Bunlar ideolojik, teorik kitaplardır. Onun dışında tabii ki güncel kitaplar da yazıyorum.

Aslında tüm kutsal kitaplar bir toplum modeli önerir.

Tabi tabi, mesela  Hz. İsa , insanlık tarihinin barbarlık döneminin içinden çıkmış en devrimci 
isimdir. Hz. Musa da ilkel,komünal dönemin devrimcisidir, Hz. Muhammed’te yavaş yavaş medeniyetin geliştiği, şehirleşmenin ortaya çıktığı dönemdeki en devrimci insandır. Ve bu isimlerin ortak özelliği devrimci olmalarıdır! Ortak mülkiyeti esas almalarıdır ve sınıfsız bir toplum düşlemeleridir. Bunu bugünün dünyası içinde yorumlamamız lazım. Yani o günkü koşullar içerisinden yorum yapıp buraya getirmenin hiçbir karşılığı yoktur. Zaten din sizden bunu istemiyor, bugünün nesnel gerçekliği içerisinde ne yorum yapabilirizin peşine düşmemiz lazım. Mutabakatı da sağlayacak şey bu dur!

Peki sizler, Gezi süreciyle birlikte bir sürü insanın daha evvel duymadığı sözler söylemeye başladınız. Bu sözler mütedeyyin kesimin içinde yetişen gençler de bir karşılık bulacak mı? Ya da bu kuşak ta mı sonraki kuşak ta mı? Ne öngörüyorsun?

90’lı mütedeyyin gençlikte bunu pek mümkün görmüyorum, ama 80’li mütedeyyin gençlik dediğimiz bir önceki jenerasyonun  içinde bunun karşılığı var. Yani aslında bu hareketler oralardan gelme. Örneğin Antikapitalist Müslümanlar hareketi, bildiğim kadarıyla organik bir ilişkim yok ama tanıdığım arkadaşlar var içlerinde, oralarda orgütlenmiş gençlerden, büyük bir çoğunluğu muhafazakar dünyanın içinden. Keza Devrimci Müslümanlar da oralardan, şimdi bu bir şekilde karşılık bulur. Fakat mütedeyyin dünya iktidar gücünü elinde bulundurduğu sürece böylesi kapsamlı bir değişim beklemek çok büyük bir yanılgıdır!

Bu hareketler 80’lilerde filizlenmeye başladıysa şayet  nasıl oldu da bu hareketleri, fikirleri  90’lar kuşağına aktaramadınız? Belki siz iyi anlatamadınız?

Aslında şöyle bir durum var, muhafakar dünya halen daha kalıplar içerisinden bakıyor. Ve gençlikte ciddi bir mahalle baskısı ile karşı karşıya, tesettürlü bir kadıncağız benim bir twitimi retwit yaptığında, ikinci defa yapamıyor. Bana yüzlerce direk mesaj gelir twitter da, “hocam sizi retweet yaptım müthiş bir saldırıya uğruyorum” falan filan diye. Bunun ne olduğunu ben çok iyi biliyorum! Çok iyi biliyorum ki Fatih’te, İhsan Eliaçık’ın kitaplarının okunmaması için kapı kapı dolaşanlar var! Benimkiler için keza öyle!
Orada böyle bir tahakküm ve tasallut var!
Fakat benim ümidim şu, muhafazakar iktidar güç kaybettikçe İslamcılığın dili değişecek! Çünkü bizim ortaya koyduğumuz mesele, Türkiye’deki İslamcı dilin değişmesini sağlayabilecek kadar kapsayıcı bir perspektife sahip! Güncel ve güne dair bir söz değil bu aslında çok kapsayıcı yeni bir toplum modelinden bahsediyoruz! Ve bu her zaman tarihte karşılık bulmuştur! Bu olmazsa bu tahakküm devam edecektir!

Fakat tabi olası bir değişiklikte de, tüm bu süreçten sonra  laik kesimden insanlarında, artık kalkıp çocukların üniversiteye başörtüsüyle mi girdiler şortla mı girdiler kavgasından kurtulup, onların daha çağdaş, aydınlık bir eğitim almalarını sağlamaları gerekiyor.  Hani bir tarafı eleştirirken diğerinin üzerine de bir eleştiri getirmek gerekiyor, zira bu kavgalar oldu, hepimiz şahidiz.

Çok geniş tutmayayım,  çünkü içlerinde çok farklı düşeneler de var ama , örneğin halen daha başörtüsüne karşıtlığı  çağdaşlaşmanın amentüsü olarak tanımlayan kesim diyeyim, bu çok daha daraltır en azından bizim tanımımızı, o kesimin güç kazanması gibi bir derdim yok, o kesimin güç kaybetmesine inanan biriyim çünkü bu kesim Türkiye’deki yoz muhafazkar iktidarın ortaya çıkmasını sağlayan yegane unsur olarak var olmuştur!
Ben Ak Parti iktidarının mimarı olarak görürüm bu kesimi! Türkiye’de böyle bir maduriyet zemini yaratmak suretiyle bu maduriyetin kapsayıcı birşeye dönüşmesini sağlamışlardır.

Kürt sorununu da aynı zihniyet belki de buralara taşıdı?

Evet, kart kurt derseniz eğer başka şeylere dönüşür bu işler yani bunlar çok basit sosyoloji kurallarıdır. Deneyimliyoruz, yaşıyoruz bunları!
Bence Türkiye’de güçlenmesi gereken kesim ve bu ülkenin ihtiyaç duyduğu şey, Gezinin omurgasını oluşturan söylemin içinde olan kesimdir!
Senin faklılığın benim için, seni farklı tanımlama aygıtı değildir! Senin farklılığınla benim farklılığımın en temelde bir arada bulunma zaruretinin farkında olmam gerektiğini söylüyorum.
Biz nasıl LGBT bireyle, ulusalcı’nın,sosyalist’in, kürd’ün, islamcı’nın falan birarada bulunabileceğini insanlara gösterdiysek, işte bu söylem bugün bizim güçlenmesine inandığımız söylemin ta kendisidir!

Peki bunlar güzel, de ki, Gezi’nin olmasına sebep olan koşullar ortadan kalktı, o id’lerle yaşamaya devam ettiğimizde bu oluşumlar nasıl bir hal alır sence?

Yeni dünya, yeni toplum, yeni düzen bu arayışı gerekli kılmayacaktır. Açalım bunu ama önemli, bugün birbirine çok yakın duran iki oluşum var Antikapitalist Müslümanlar ve Devrimci Müslümanlar,  ikisiylede organik bağım yok ama görüştüğüm, konuştuğum insanlar ,orada bile ufak ufak yorumdan kaynaklanan farklar var. Bunların olması doğal. Dileyelim ki hepimiz bu yaşanan süreçten  gerçek anlamda eğitilmiş öğrenmiş olarak çıkalım.



























13 Aralık 2013 Cuma

DEVRİM KASETTEN CANLI OLACAK!


90’ları aymış kafayla yaşayanlar iyi bilir, gece haberlerinde adamın biri, haber okurken kendi kendimizi kurşunlama raddesine getirirdi bizi…
Ciddi mi değil mi? Neden bu kadar çok bağırıyor haber okurken? Diline taş bağlasak şu ‘e’ leri kapanır mı?

Zaplayacan, ama öyle çok zaplanacak birşey de yok… yokluk yılları tabii ;)

Atıvereyim şu terliği kafasına olsun bitsin şu iş, ne demek efendim haber ciddi bir iştir böyle de haber okunur mu filan derken Allahtan o sıra birde prime time’da rahmet okutanı da vardı…

Zaman içinde alışıyorsun bir de…ya ‘mahsus böyle bir tarz yarattı’, ya ‘gerçekten böyle’ ya da ‘deli herhalde’ kıvamına geldiğimi biliyorum…

Fakat üzerinden bu kadar yıl geçtikten sonra baktığında, tavır aynen devam ediyorsa orada bir duruyorsun… çünkü kimse aynı rolü bu kadar uzun zaman aynı performansla oynayamaz… bu olsa olsa gerçektir.

Hakan Aygün’le ilgili gerçekten deli mi ne? diye düşünmem yersiz de değil ha! Onca yıl haberin ve entrikanın içinde var olmak akıllı adam işi değil… elbette herkesin çizgisi farklı, bu adam da haberin içinde eğlenmeyi seçen cinsten…

Şimdi o yılları bilmeyenler için Hakan Aygün bir nev-i kahraman… girin bakın sözlüklere ‘helal olsun adama’ lardan geçilmiyor…

Geçmiş 10 yıllarda sokağa çıkıp onunla ilgili soru sorsanız türlü türlü yanıt alırdınız… vay öyleymiş vay böyleymiş derken, olaylar öyle bir hal aldı taşlar öyle yerlerden sekmeye başladı ki, belki o da yerini buldu…

Haziran direnişi ile birlikte oldu bütün bunlar… hepi topu 5 tane ekran yüzüyle, dünyanın en pahallı işi olan televizyonu neredeyse sıfır maliyetle izlenir hale getirdiler… 

E sahidende helal olsun… beğenin beğenmeyin habercilik refleksi son derece gelişmiş ve hızlı davranabiliyor…

Buna, ‘hava güzel saha müsait yapar tabii’ diyenlerde var ama, aslında hepimiz biliyoruz ki, ne hava güzel ne de şartlar müsait… zaten o da iyi&kötü ayırmadan bunların hiçbirini reddetmiyor…

Eğleniyor… deli mi ne?

Bir süre önce yaptığım ama ancak şimdi yayınlayabildiğim Hakan AYGÜN röportajı… buyurun…


KONVANSİYONEL MEDYADA ÇALIŞMAMA KARARI ALMIŞTIN… HALK TV’de 1 KURUŞ ALMADAN ÇALIŞIYORUM, HABERTÜRK’ÜN HİSSE SATIŞINDAN GELEN PARA İLE GEÇİNİYORUM  DİYORSUN…  NE  PARAYMIŞ BU BİTMEDİ?

Show, Star döneminde iyi maaşlar iyi transferler aldım… Habertürk’ü iki ortak kurduk… Güldemir’in vefatından sonra da –bunlar resmi rakamlar zaten-  40 milyon dolar gibi bir rakama sattık… Ufuk büyük ben küçük ortaktım… bana yetecek birşeydi… büyük lüksler içinde de yaşamıyorum.
Bu satıştan sonra,  açıkcası daha seçici ve rahat oldum… biraz da yorulmuştum dinlendim… dünyayı gezdim… o sırada Flash Tv birşey rica etti orada işler yaptım…. baskılar da geldi… onlara zarar vereceğimi hissettiğim bir nokta oldu belki de ve ayrıldım.

Çünkü iktidar değiştikten sonra herkes ‘yatmıştı’ ama ben ölçülü bir şekilde muhalif  birşeyler yapıyordum.  AKP ile ilişkilerim kötü olduğu için değil… geçmişte Erdoğan ve Gül benim dostum sayılabilecek insanlardı… kendileri de öyle derler… herkes onları infazlarken ben arkadaş ve dosttum…

BUGÜN GAZETESİNDE YAZDIĞIN ZAMANLAR MI?

AKP’nin iktidara gelmesi sürecinde ve iktidar olduktan sonraki ilk bir sürede. Fakat muhalefet eleştirirdi, ben bunu yaptığımda yukarıdan Flash TV’de baskı gördü ama direndiler. Bunu yapamayacağımı anladığım anda da gidip sağda solda oramı buramı oynatmamın bir anlamı yok diye düşündüm, ya gidip yeniden dünyayı gezecektim ya da elimi taşın altına koyacaktım… o sırada Halk TV işi olunca , ‘ulan korkum yok insan neyden korkar? Çoluğuma çocuğuma birşey olur, hapse girersin , aç kalırsın filan… e böyle bir korkum da olmayınca… insanları içeri atıyorlar… gazeteci arkadaşlarımı… OdaTV davası benim için bir kırılmadır, Soner benim 30 yıllık arkadaşım , çok dönem kader arkadaşı olmuşuz… Ben elimi taşın altına koyacağım çünkü insanların çoluk çocukları var, NTV’de, CNN’de çalışıyor… yapamıyor adam, ekmek parası var ortada… ‘he’ demek zorunda! Ha benim böyle birşeye ‘he’ dememe lüksüm varsa da , ben bunu yapmalıyım kıçımı gezdiremem… en azından bir kaç yıl yapayım dedim, üstlendim bunu.


‘FERİT ŞAHENK DE ÇAPULCU BİLİYORUM AMA BİRŞEY YAPAMIYOR , BEN DE ORADA OLSAYDIM AYNI ŞEKİLDE DAVRANIRDIM’ DİYORSUN… BU BİR İTİRAF MI, ÖZELEŞTİRİ Mİ, İKİSİ BİRDEN Mİ?

Tabii tabii aynen… elbette ki habercilik refleksim kuvvetli, tabi ki cesur bir adamım, şudur budur da, doğru zamanda doğru yerde olmakta bunları yapmana olanak sağlıyor…NTV’de çalışıyor olsam ne yapacaktım? Oranın başındaki adam gibi ya susup kalacaktım yada kavga edip gidecektim.

NE YAPARDIN PEKİ?

Buraya göre çok daha ihtiyatlı davranırdım…çünkü ister istemez patronajı düşünmek zorundasın… ama birşeyler vermeye de çalışırdım, o kalınan pozisyonda kalmazdım… da o verdiğimle bile bela çıkardı biliyorum… çünkü bu yüzden hiçbirşey veremediler… Ama inanıyorum hepsi ‘keşke bu hükümet gitse, bu Geziciler bunu başarsa kafasındaydılar bence.
Bu Aydın DOĞAN için de böyle… emin ol Turgay CİNER bile hani en ‘yatmış’ gibi görünüyor ya, ama bu böyle… ben bu insanları tanıyorum.
Yahu kim sever sürekli baskı ile yönetilmeyi? Aynı kafada olsa bile hoşlanmaz… böyle bir süreç işte… tıpkı 28 şubat gibi… O zaman da herkes Çevik BİR’i alkışladı alkışladı, çıktılar hemen ardından Sabah gazetesi Zafer MUTLU, Cumhurbaşkanı adayı filan dedi sonra bir manşete çekip rezil ettiler… Çünkü kim ister 28 Şubat gelsin bana dayansın?... öyle gibi görünür ama günü gelir ona intikamını çakar. İstanbul’un bütün meyhanelerini satın alan Ferit ŞAHENK, AKP ile bir gelecek düşünebilir mi? Birgün kurtulacağız diye ümit ediyor.

BUNLARI YAZACAĞIM?

Yaz… yada Turgay CİNER’in, AKP’den haz etmediğini gelişlerinde biliyordum… başına gelmedik kalmadı… elinden ATV’sini Sabah’ını aldılar… mecbur kalındı biat edildi. E şimdi bunlar unutuldu mu sanıyosun? Aydın DOĞAN… başına gelmedik kaldı mı? Cem UZAN… şimdi oradan açıklamalar yapıyor acaba durum düzelir mi diye?… Öyle mi? eline azıcık fırsat geçse…

E BU ÇOK FENA, İNTİKAM MANGASI GİBİ BİRŞEY OLUŞUYOR BU ANLATTIKLARINDAN…

Oluşuyor tabi canım… bunun sonu yok… birgün gelecek bunca can yanmış bunun acısı da bir yerden çıkacak… can yakan karşılığını bulur… bir tane adamını bulamayacak yanında, sen de mi Brütüs? diyecek. Bir bakacak arkasından bıçağı Melih GÖKÇEK’in Beyaz TV’si çekmiş… emin ol çekecek… en sertte onlar çeker…


HALK TV’NİN ODATV OLMA DURUMU VARDI BİR DE?

Soner’le birlikte alacaktık burayı, belli bir aşamaya da gelmiştik hisse sahipleriyle %60’a kadar alıyorduk ki ODA TV operasyonu geldi… Soner’i tutukladılar benimde tadım kaçtı…biraz sessiz kalmakta istedim çünkü gerekiyordu… sonuçta o davanın haksızlığı ortaya çıktı.

Aslında HalkTV olayı ben taa Habertürk’ün ortağı iken vardı… Deniz Bey’le dostluğumuz vardı, burayı kurmak istemiş ve beni çağırmışlardı… ‘yapmayın parti kanalı olmaz’ demiştim… ama nereden nereye karşı çıktığımız kanal Türkiye’de haber yapabilen tek kanal haline geldi. En fazla ben karşı çıkmıştım ;) 8 yıllık süreci de kötü bir dönemdi zaten… parti genel başkan yardımcılarının program yaptığı, soru önergelerinden program devşirdikleri bir yer yani… geldim, borçlar, harçlar, hacizler geliyor, maaşlar ödenemiyor… çok çile çektik… 4-5 ay para pul da yok epey uğraştık sağdan soldan para buluncaya kadar…a ma iyi bir şeye vesile oldu yani.

PARTİ İMAJINDAN ÇIKTI MI DİYORSUN YANİ HALK TV?

Milletin gözünde öyle bir algı var… bir de buranın geçmişteki seyirci kitlesi CHP’den geliyor muhakkak… artı hükümete muhalefet yapıyorsun, buradaki en ateşli muhalefette zaten o kitlede, bir şekilde örtüşüyorsun ama ‘Parti Gen Bşk.Yardımcısı program yapsın dediler, ‘yok’ dedim.
BDP’li de çıkacak, AKP’li de… ama onlar mümkün olduğu kadar kaçıyor arada yakalayabildiğimiz kadar… BDP’li çıkarıyorum, Ulusal’cılar kızıyor, Ulusal’cı çıkarıyorum, kendine ‘yenilikçi’ diyenler kızıyor!... ama biz gazeteciyiz herkesten çağırıyoruz işte… ne kadar geniş tutarsan o kadar iyi… aslında Gezi ruhuna uygun davranıyoruz, bakma ben de laiklik kaygıları yüksek biriyim o kadar da bayılmıyorum ama bunu o noktaya da getirmem… e şimdi de laikçilerin sevdiği Antikapitalist Müslümanlar çıktı ya da çok Ulusal’cılar Atatürk bayraklarıyla, BDP bayraklarıyla yan yana direndiler. 
Olması gerekende bu değil mi Allah aşkına? Bölgenin gerçekten çözüm isteyen Kürt’lerinin yeri neresi? Sosyal Demokrasi. Ya aslında terör yüzünden Kürt’ler de de , Türk’ler de de eksen kayması oldu… bu CHP’de de oldu. Aklı başında Türkler terör yüzünden  milliyetçi kesildiler… Nişantaşı’nın, Gaziosmanpaşa’nın milliyetçilikle, ulusalcılıkla ne işi var Allah aşkına? Terör sapıttırdı… orda da Kürt aydınlar  Kürt milliyetçiliğine üşüştüler… neden?... terör!

Normalde CHP’nin içinde duran insanlardı bunlar, böyle kırılmalar yaşandı, CHP bunu yapmayı çok başaramadı ama şimdi tekrar deniyorlar… biz medyayız eleştirsinler  n’olacak. Şimdi Kürt açılım deyip Güneydoğu’ya gidip ağzıma geleni söyleyeceğim… canlı yayın arabamızı ilk orada kullanacağız.

CANLI YAYIN ARABASI MI ALDINIZ ;)

Vardı zaten, hacizdeydi kurtardık ;)

DAHA İLERİ GİDİP HABERİ TAM ORTA YERDEN VERİRSEN, CHP SANA “NE YAPIYORSUN” DER Mİ?

Valla diyemiyorlar! ‘yahu burası bizim kanalımız  BDP’lileri niye çıkarıyorsunuz?’ dediklerinde, ‘yoo burası sizin kanalınız değil!’ diyebiliyoruz.

SENİN BÖYLE SÖYLEYEBİLMENDEN VE BAŞINA BİR İŞ GELMEMESİNDEN, CHP’NİN GEZİ’Yİ DOĞRU OKUDUĞUNU MU ANLAMALIYIZ YANİ?

CHP dediğin bir kurum, ordan birden bire sıyrılman mümkün değil ama Kılıçdaroğlu’nun Gen. Bşk. olduğunda getirmek istediği havaydı Gezi’deki hava… fakat oradaki bir ulusalcı blok direndi tabii… parti içinde kargaşa sergilediler… Gezi bence o bloğu susturdu, çünkü orada bu ülkenin çağdaş batılı ve demokrat, hatta Mustafa Kemal’i ve bayrağını seven insanları bizim, Kürt’lerle, başörtülülerle bir sorunumuz yok dediler… e bunlarda uzaydan gelmedi ya, kendilerine ulusalcı, laik diyenlerin çocuklarıydı onlar da… yeni nesil farklı bakıyor, birbirine saygılı, hayvan seviyor, çevre seviyor hatta yanındaki koyu komüniste ya da dindara illa bayılmasa da saygı duyuyor dinliyor… AKP’lilerin çocuklarından da aynı şeyin gelmesi için1-2 kuşak geçmesi gerekecek ama onlardan da gelecek.

Bu durum tabi Kılıçdaroğlu’nu da çok rahatlattı, rahat konuşmaya başladı … ya ben bunlara faşist maşist demiyorum bence iyi niyetliler ha, onlar ‘üst kimlik altında herkes gelsin’ diyor, ötekisi de ‘çok teşekkür ederim almayayım’ diyor… e n’aapıcaksın abi o da öyle düşünüyor  ;)

ANDIMIZIN KALDIRILMASI SENCE SOKAKTA NASIL REAKSİYON ALACAK?

MHP’ye yarayacağını düşünüyorum, İç Anadolu çanağında AKP’yi çok vuracak… onlar herşeyi ümmet temeline oturttuğu için ulusla ilgili herşeyi rahatlıkla kaldırabiliyorlar… bence de Ermeni çocukları neden sabah akşam Türk’üm doğruyum desin ki ama bu şekilde yasaklamak tuhaf… seçmeli bırak batıda isteyen okusun…

BU BAŞKA BİRŞEY OLABİLİR Mİ? BEN BÜYÜK BİR GURURLA ‘AMERİKALIYIM’ DİYEN ÇİN’Lİ GÖRDÜM!... “TEKNİK OLARAK OLMAZ SEN ÇEKİKSİN” DEDİM ,GÜLÜŞTÜK ;)

Aslında ben bunu kendi çocuklarıma da söylüyorum. Almanya ya da Finlandiya’da doğsaydım ve o ülke beni yetiştirseydi asıl kimliğimi reddetmeden oralıyım derdim. Aslında Türk ulusalcılarının da belki anlatmak istedikleri bu ama yıllardır o kadar yanlış politikalarla geldiler ki, ulusalcı ve Türk kimliğini dayattılar… bak mesela Rum’larda Ermeni’lerde fazla sıkıntı yok, onlar daha rahat Türk’üm doğruyum diyebiliyorlar… özellikle 12 Eylül sonrası için söylüyorum, hem Türk kimliğini dayatan hem de ceberrut devletsin… bu uygulamalarla sonunda antipatiyi getirirsin!

BELKİ BURADA KONU ANDIMIZ DEĞİL DE UYGULAMALAR VE SEMBOLİK OLARAK O SEÇİLDİ?

Olabilir. Sen orda zorla ona bunu yaptın , PKK yüzünden, Kürt varlığını ezmeye çalıştın, bok yedirdin, işkenceler, sıkıyönetimler… cezaevlerinde dayak ata ata zorla İstiklal Marşı’nı okuttun, e bu 30 yılın sonunda ne bekliyordun ki oradakilerden, İstiklal marşını ve Andımız'ı sevmelerini mi?

Terör sapıttırdı işte… ben bakıyorum BDP’ye, aslında Güneydoğu’nun CHP’si… Ortadoğu’da Avrupa tipi faşizm arama sen, ırksal faşizm yok, çok kardeş ırklar var burada… 30 yıllık teröre rağmen Anadolu’da birbirleri için ‘onlarda şöyle böyle’ diyen az Kürt/Türk bulursun… 30-40 bin ölü var… buna rağmen az bulursun… ortadoğu coğrafyasında tek tehlike var o da şeriat.

Kürtlerin de CHP’nin de bunu görmesi lazım, bunun kaynaştırıcı birşey olması gerekiyor.

BİRİNİN BU KONUDA ADIM ATMASI GEREKİYOR O ZAMAN, BU KİM SENCE?

Valla bu iki taraflı birşey ve adım, ağır ağır gelecek… bu hep oluyor… de ja vu gibi… Türkiye iki de bir, bir gökkuşağının altından geçiyor, düşmanlar dost, dostlar düşman oluyor… konjonktürel olarak 15-20 sene de bir yaşıyoruz bunu… ama oraya doğru akacaktır bu iş… çünkü yapılmaya çalışılan, ulus devleti yıkıp, ümmet devleti yaratma… ciddi mezhep savaşları yaratılıyor, din faktörü kutupları belirliyor… bu tehlikeli! Bunlar  görülüyor, bence bu tarafları birbirine yakınlaştıracaktır.

TERÖR BİTER Mİ?

Bitmekte olduğunu görüyorum herşeye rağmen, siyasi konjonktür, PKK ya da BDP diyelim, silahlı mücadele sonunda, silahsız mücadeleyi kazandı, Oradaki halkın büyük bölümü bunları destekliyor… o savaş kazanıldıktan sonra tekrar silahla gitmenin anlamı yok… bundan sonra siyasi kazanımlar elde edecektir… halk orada duruyor.

KANDİL BUNA RAZI OLUR MU? AYRICA DAĞDAKİ ONCA İNSANI NORMAL YAŞAMA NASIL ADAPTE EDERİZ? SONUÇTA ÇOCUK YAŞTAN SAVAŞMAK ÜZERE YETİŞTİRİLMİŞ İNSANLAR.

Bir şekilde coğrafyaya ağır ağır yerleştirilecekler, bu dünyadaki örneklerinde de 15-20 yıl sürdü öyle hemen biter hallolur demiyorum elbette.
Kandil bağırıyor ama, şimdi siyasi süreç içinde devam etse dünyayı arkasına alır.

Ama terör bu kadar kapsamlı olmasada hep kalır, çünkü bir de ekonomisi oluştu… uyuşturucu, silah kaçakçılığı… yani tasfiyesi çok zor bir holding gibi aslında PKK.

TALEP EDİLEN ÖZGÜRLÜKLER ALINSA DA MI DEVAM EDER DİYORSUN?

E adamın üzerina kayıtlı kuyutlu mallar var… e bir de iyi para var tabii...
Bir kısmı da idealist olarak silah yoluyla, ille ‘bağımsızlığımızı ilan edene kadar’ diyebilir… bu bölünmeleri göreceğiz.

Terörün bitmesi de aslında rahatlatacak çünkü sonuçta PKK’nın Kandil’deki yöneticisinin, AKP’li ile anlaşması çok zor… bunlar laikler aslında…  dünya görüşleri yaşamları farklı. CHP’lilere daha çok benziyorlar.

BDP SİYASET YAPMAYI ÖĞRENDİ Mİ?

Tam öğrenemedi… onlarında eli çok yukarıya bağımlı, direk PKK’dan oyları ve desteği aldıklarını biliyorlar ve yapamıyorlar yani oranın korkusu çok fazla, direk İmralı’yla işi götürmeye çalışıyorlar… terör gölgesi bir kalksa onlar da çok rahat siyaset yapacaklar, çoğu konuda inanmadıkları şeyleri söylüyorlar… belki en büyük baskı altındaki ve korunması gerekenler onlar ama artık onların da o cesaretli adımları atmaları gerekiyor… ya zaten ayrı bir Kürt partisinin olmasınında anlamı yok… dünyada kendini az hisseden her kesimin bir arada olduğu yer Sosyal Demokrat partilerdir.

YEREL SEÇİMLER NE OLACAK?

AKP’nin ciddi yenilgi alacağını düşünüyorum ama şundan dolayı, mesela genel seçim anketlerinde hala bir kırılma yok, az görünüyor ama yerel seçim anketlerine baktığında, kendi yaptırdıkları dahil %35 ‘lerde görünüyor… böyle bir hava AKP’yi bozar.

YEREL SEÇİMLER DAİMA GENELİ ETKİLEMİŞTİR , BU DURUMDA AYNI YÜKSEK HAVA DEVAM EDEBİLİR Mİ? TABİİ 3 BÜYÜK KENTTE BÖYLE BİR KIRILMA OLURSA.

Valla giderek o hava düşecek ve sona yaklaşılacaktır. Ama tabi yine iktidarda kalma şansları var… fakat İstanbul gibi bir kenti CHP kazanırsa  – ki bunu çok yakın görüyorum-  bunun havası çok değişik olacaktır.

SARIGÜL MÜ?

Bence çok gerek yok… olabilir de tabii ama, Gürsel Tekin’le aralarında çok büyük bir fark görmüyorum… Sarıgül’ün ‘CHP dışından da oy alırım’ imajı daha kuvvetli gibi, imaj da herşeydir de; Gezi ruhu çerçevesinde değerlendiriyorum, Gürsel Tekin buna daha uygun, çok içindeydi, Sarıgül ortalıkta yoktu. Artı, biz Sarıgül’ün bir kaç Kemalist söylemi dışında temel ideolojik hiçbir tarafını bilmiyoruz. Karşı parti muhalefetini bilmiyoruz vs.

İSTANBUL OY VERİRKEN BUNU GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURUR MU?

Bulundurur mu bilmem ama baktığında olması gereken o. Daha sonrasını düşünüyorum  yerel seçim yeterli değil… Yani Gürsel TEKİN geldiğinde çarşaf giyen kadına rozet taktığı için eleştirilmişti, türbanla, Kürt’lerle ilgili laflarıyla gayet açık ve net… Gezi ruhuna daha uygun… e burada da sarsacak olan bence Gezi ruhudur.

Yani şimdi  AKP’den, cemaatin takipcisinden, Kürt’lerden oy almazsan olmaz bu iş… buradan bakınca da Sarıgül’de çok fazla bunu göremiyorum.

PARTİDE SANKİ SARIGÜL’E DAHA YAKIN GİBİ?

Partinin içini bilmem ama bence böyle bir yarışın olması bile güzel.

1999 DEPREMİNDE YATAKTAN FIRLAYIP DONLA YAYINA ÇIKTIĞIN DOĞRU MU?

Evet;) Yeşilköy’de oturuyordum ve ATV’de kahvaltı haberlerini yapıyordum… kimse de yoktu… bir gömlek buldum giydim fırladım evden ayağımda da şıpıdak terlikler altımda boxer… ortalık sallanıyor filan… 7-8 saat yayın yaptım öyle;) Mahmut Övür çekmiş o halde fotografımı kullanmıştı hatta bir yerde;)

İNSANLAR SENİ SEVİYOR MU SEVMİYOR MU ANLAMIYORUM NE DİYORSUN BUNA?

Love to Hate… seviyorlar seviyorlar ;)

ŞU 4-5 AY İÇİNDE BAMBAŞKA BİR HAKAN AYGÜN OLDU MİLLETİN KAFASINDA…

TV’nin altın kuralı bu ya… oynamayıp doğal devam edersen yakalıyorlar bir şekilde… dışarda nasılsam lagada lugada ekranda da öyleyim işte.
Ama aslında ilk kez bu kadar siyasi oldum ben… tabii ki bir politik görüşüm vardı, sol gelenekten geliyorum, 12 Eylül döneminde sonuçta kaçak gezen, babası idamla yargılanmış bir çocuğum, ama her zaman politikam hep kendi dünyamda olurdu çünkü TV haberciliğini daha kitlesel görürüm o yüzden kendi duruşumu saklamak gerekir diye düşündüm… yani hep şeytanın avukatlığını yapmak lazım… bu son dönemde kimse birşey yapamayınca bende politik aktivist gazeteciler arasına katılmış oldum.

Bunu yaparkende iğneyi her tarafa batırıyorum… kendi aksaklıklarımıza bile… herşeyle dalga geçiyorum, aslında bu Gezi’deki de o değilmiydi zaten… hepsi herşeyle dalga geçiyordu… çok etkilendim ve imrendim bakma… keşke onların yaşında olsaydım, o muzurlukları ben de yapsaydım… hatta belki CHP’nin, şunun bunun da böyle görünmesinin sebebi çok ciddi durmaları  ve kendileriyle dalga geçememeleri… çok halkla iç içe olamamaları… mesela AKP’ye oy verenlerin %50 si Uğur Dündar’ı emin ol sever… çizgisi de belli, o adamlar Uğur Dündar’a oy verir ama CHP’ye oy vermezler… iletişimi yakalamakla ilgili bu.

KASETTEN CANLI HABERTÜRK ZAMANINDAN DEĞİL Mİ?

Evet orada da yapmıştım… aslında Amerikan formatıdır bu ‘live on tape’ yani haberin görüntünün ham halini montajlamadan yayınlamak… sokaklara düştü be ‘Devrim kasetten canlı olacak!’ diye yazmışlar ;)

KJ’LERİ YAZARKEN DE BAYAĞI EĞLENİYORSUN…

Çok eğleniyorum hem de, en büyük zevkim… HALKTV’ye başlamadan evvel birşeyler yapayım derken spor haline getirmiştim… Facebook’tan, Twitter’dan giriyordum, duvar gazetesi gibi yazmaya başlamıştım… Facebook üzerinden haberleşiyorum… sabah 7’de kalkarım, oraya yazdıklarımı KJ’ye yazarlar, kalanını da haber yaparlar ;) Facebook’tan yönetiyorum haber merkezini ;) Bu çok daha eğlenceli, arada ‘biraz ciddi ol’ diyorlar ama boşver ya siyaset zaten yeterince sert… böyle iyi;)

SENİN BU ‘E’ LERİ KAPATAMAYACAĞIZ HERHALDE DİMİ?

Yok!... o benim Giresun ve Samsun yöresi alışkanlığım… Samsun Maarif koleji mezunuyum ben… hiç farkında değilim TV’de benle dalga geçiyorlar ‘eea’ falan diye, birgün Maarif kolejliler buluştuk bir baktım bütün sınıf aynı konuşuyormuşuz meğer ;) Herkesin ‘e’ ler ‘eea’…

Ha bu arada ‘e’ ler açık diye gay’ler beni çok seviyor, hakikatten bir kaç seferde söylediler ha ‘biz seni şu ‘e’ ler yüzünden gay sanıyorduk’ diye…